Özlem Eren Özlem Eren
08 Temmuz 2024 Katapult Future Fest '24 İzlenimleri
08 Temmuz 2024 - Sosyal İnci'ler
Katapult Future Fest '24 İzlenimleri
#sosyalaktiviteler #gelişim #bilgiyleparla
Katapult Future Fest '24 İzlenimleri

Katapult Future Fest’e katılmak, festivalin atmosferini ve etkisini şekillendirme konusunda aktif bir rol üstlenme sorumluluğunu yanında getiriyor. Tam da bu sebepten bu ön koşulu okuduğumda, bir an için Burning Man’e ışınlanıp geri geldim. “There are no spectators, everyone is a participant (Seyirci yok, herkes katılımcı)” Bu bakış açısının katılımcılara yüklediği sorumluluk sayesinde, bilet alarak buraya gelip sadece izleyip öğrenmek, eğlendirilmek ve tanıştırılmak yerine, daha ötesine geçme olasılığı da doğmuş oluyor. Festival organizatörlerini ötekileştirmek yerine, beraber yarattığımız ve paylaştığımız bir alan ortaya çıkıyor.

 

Biletleri alıp e-posta adresimizi paylaştıktan sonra çeşitli e-postalar ile programın hazırlık süreciyle ilgili bilgilendirildik. Hatta herkesin olduğu bir WhatsApp grubuna da davet linki geldi. Böylece bu grupta kendini anlatıp bağlantı kurabilme imkanı da oldu. Bir Zoom buluşmasında ise, Katapult nedir, ne değildir, ne tür katılımlar sağlanabilir diye de konuştuk. Tüm bu ön deneyim de benim heyecanımı inşa edip merakımı arttırdı.

 

Katapult, etki yatırımları yapan bir fon. Katapult Future Fest ise gezegenimizin ve insanlığın geleceğini beraber hayal edip aksiyon alacağımız, aynı anda keşiflerde bulunup eğleneceğimiz bir festival. Katapult’un adını ilk kez Kasım ayında Helsinki’de katıldığım Slush’ta duydum. Odağımızda dünyaya iyi gelecek girişim, fon, dernek ve sosyal sorumlulukların olduğundan bahsettiğimizde, Katapult’un destekçilerinden Britta bize; “Siz mutlaka Katapult’a gelmelisiniz, Oslo’da ama merak etmeyin Mayıs ayında, şanslıysak geçen sene gibi güneşli bile olabilir” dedi.

 

Festivalin ilk günü Yatırımcı Günü olarak ayrılmıştı. Fon sahipleri ve yöneticileri, risk sermayeleri, aile ofisleri ve bireysel yatırımcılardan oluşan 300 kişilik bir topluluk vardı. Çoğunluğu Kuzey Avrupa ülkelerinden olsa da Avrupa, Amerika ve Afrika’dan da katılımcılar vardı. Dördü Türkiye’den, biri Londra ve biri de Helsinki’den olmak üzere toplamda altı Türk olarak yer aldık.

 

Dans ve müzik ile iç içe yedirilmiş olan festival açılışı da bir dans performansı ile oldu. Katapult ve Twistin başındaki Alisan Fort, açılış konuşmasıyla KFF24’ün bu yılki temasının “Lets Gather (Haydi toplanalım)” olduğunu duyurdu. Gün boyunca mega trendler, dönüştürücü yatırım stratejileri, etki yatırımında kar odak noktası gibi konular konuşuldu. Paralel oturumlarda ise etki yatırımlarının farklı boyutları, 2050’de ideal bir fon nasıl olurdu ve yapay zekânın yatırım seçmede oynadığı rol gibi konular konuşuldu.

 

Program “The embodiment of business: where art is our guide (İşin vücut bulmuş hali: Sanatın rehberimiz olduğu yer)” başlığı ile bir dansçı ve ona yönergeleri veren biri arasındaki etkileşimi sorgulayan bir performans ile sona erdi.

 

Aralarda göz göze geldiğin herkesle tanıştığın, hızlıca kendini, yatırım stratejilerini anlattığın, LinkedIn veya WhatsApp QR kodlarının paylaşıldığı kahve molaları sayesinde etkileşim çok hızlandı.

 

Gün sonu ise 20 dakika yürüme mesafesindeki deniz kenarında 10’dan önce batmayan güneşin aydınlığında yediğimiz akşam yemeği ile sonlandı. Vegan seçimlerin standart balık seçiminden fazla olduğu bir yemekte yer almış oldum ilk kez. Et ve tavuk tabii ki seçenekler arasında yoktu.

 

Conduit ise bütün bu hafta boyunca bu etkinliğin şehirdeki buluşma noktası oldu. Londra’daki şubesinden farklı olarak üyelik dışında da misafirleri geri çevirmeyip gelen herkese yer sağlayan bir yapıları olduğunu, kulübün menajeri “Tabii ki Oslo’da kapımız herkese açık” diyerek altını çizdi. Bu paylaşım ile bir anda Conduit bizim için daha anlamlı bir yer haline geldi. Kısaca Conduit: Etki ekosistemine yönelik hazırlanmış bir buluşma alanı. Solo House nasıl yaratıcılığı öne çıkarıyorsa Conduit de sürdürülebilirliği odağına alan, klas tasarımlı, yenilikçi, çok katlı bir mekân.

 

İkinci gün 650 kişinin katılımıyla festival tüm katılımcılara kapılarını açık hava bir alanda açtı. Tüm etkinliklerini 10 haftalık yaz mevsimine denk getirmeye çalışan Türkler olarak, bulutlu havada ve hafif yağmur çiselerken açık havada iki tam günlük bir organizasyona katılacak olmanın şaşkınlığıyla giriş yaptık. Islanmaktan korkmayan Norveç’lilerin cesaretleri bulaşıcıydı. Bir anda “Islansam ne olur ki sahi, gelir ve geçer” düşüncesinin içimde serpilmeye başladığını hissettim ve adaptasyon kabiliyetimi takdir ettim.

 

İstanbul’da yağmur riskli günlerde açık hava etkinliği yaparak öğrendiklerimi yurduma taşımanın hayallerini kurarken, önceki gün tanıştığım yeni yüzlerle samimiyetle selamlaştım.

 

Yüksek enerjili, canlı müzikli, ayakta başlayan etkinlik elimizdeki mini çizelgeler ile 4 farklı sahnedeki panelleri ve workshopları takip ederek geçti. Bir yanda gezegenimize karşı daha bilinçli olmaya dair paneller varken, aynı anda kendine karşı bilinçlenmeye odaklanan çalışmalar vardı.

 

İlk seçimim dev görünümüyle beni kendine çeken Tipi oldu. Burada Britta bizlere çiftler halinde eşleşmemizi söyledi. “With your full permission, who are you? (Müsaadenle, sen kimsin?)” Arkasında oturarak önümüzdeki kişinin kulağına fısıldamamız gereken soruydu. Sıcacık gülümsemesini saran dalgalı saçları ile İsveçli Freya ile eş olduk. Ben kulağına fısıldadım ve “Ben Freya, ben bir çiçeğim, ben doğayım” diyerek başladı. Öyle içten ve derin ve temasta tanımlamalar yaptı ki, beni geçirdiğimiz iki dakika içinde açtı ve bağlandığımızı hissettim. Sıra bana geldiğinde, kendimi anlatmak hiç bu kadar kabul edilir duyulmamıştı. Birbirimize şükranlarımızı dile getirerek dışarı çıktığımızda, şahane bir enerjiyle dolmuştum. Freya’nın bana söylediği sıfatlar, isimler, özneler yetmemişti, daha fazlasını duymak istiyordum. Onun geçen sene Katapult’un organizasyon ekibinde olduğunu, Burning Man’in tasarım gönüllülerinden biri olduğunu ve Oslo’daki Burn’e katılmak için yarın erken ayrılacağını öğrendim. Bu sohbet, Burning Man ve Katapult arasında gördüğümüz benzerlikleri konuştuğumuz tatlı bir sohbete dönüştü.Kontaklarımızı alıp iyi dileklerle ayrılıp festival yolculuğumuza devam ettik.

 

Ana salondaki hoş geldiniz panelinde neden buluştuğumuz, neyi aradığımız, niyeti nereye koyduğumuzu konuştuk. Dört panelist, gün içerisinde yapacakları diğer konuşmalarla ilgili küçük ipuçları da vermiş oldular. Elimdeki program çizelgesi beni heyecanlandırıyordu, paralel oturumlu tüm etkinliklerde olduğu gibi “Acaba benim için en ilgi çekici ve öğretici olanı doğru seçebilecek miyim?” diye tekrar tekrar seçeneklerimi inceledim, konuşmacıları LinkedIn ve Instagram’dan araştırdım. Yatırımcı gününde dinlediğim, İngiltere’de yaşayan Hint Indy Johar kesinlikle etkinliğin en donanımlı ve ne mesaj vermek istediğinden emin olan ismiydi benim için. Not almalara doyamadım, ChatGPT’nin sesli dinleme tuşuyla notları özetlere dönüştürttüm. Tüm slaytlarının resimlerini çektim. “The Mind of New Values - Exploring Ways of Seeing and Creating Change as a Community (Yeni Değerlerin Zihni - Topluluk Olarak Değişimi Görmenin ve Yaratmanın Yollarını Keşfetmek)” çok inandığım bir görüşün çok somut ve net anlatımıydı. Daha fazlasını anlatabilmek için heyecanlıyım.

 

Öğleden sonra katıldığım ilk oturum, Insight Tent’te Profesör James Goodwin ile nörobilimci Parneet Pal arasındaki “Beynin çalışma sistemi, geliştiren ve değiştiren etkenler” başlıklı konuşmasıydı. Beynin çalışma biçimiyle ilgili ne görsem merakla yaklaştığım için bu paneli seçmek çok kolay oldu. Bir iki küçük akılda kalan nokta, beyne aldığımız tüm darbelerin aslında hücre parçalanmaları olarak beyinde yer ettiği ve çekilen beyin görüntülerinde görülebildiği, bu sebeple boks gibi kafaya çok darbe alan sporlarla uğraşanların beyinlerinin hızlı yıprandığı oldu. Beslenmenin çok önemli olmasının yanında, özellikle NAD+ Niacin Mononucleotide’in mitokondri’ye gelen zararı azalttığı söylendi. Kitabını da beraberinde getiren profesör, çıkışta tüm dinleyiciler için tek tek imzalayarak hediye etti. Beyinle ilgili kitaplarıma bir yenisi daha eklenmiş oldu böylece.

 

Sonra katıldığım panel, “Kent felsefeleri: Kentler nedir, ne olabilirler, ne değillerdir” başlığında, şehir sakinleri olarak nasıl yaşamak istediğimizi sorguladık. Dört farklı panelist, şehir yapısı ve tasarımları üzerine çalışan deneyimli kişilerdi. Bildiğimiz şehir yaşantısını komple başkalaştırmak üzerine dönüştürücü düşünceler sağladı. Nelerden vazgeçmemiz aslında büyük dönüşümü sağlayacak ve mevcut sistemler içinde bu ne kadar mümkün? Kurulmuş düzenin dışına çıkabilmenin olasılıklarını değerlendirdik.

 

Son oturumda ise Amazonlardan gelen bir kabile reisinin çağrısını dinledik. Modern dünya insanlarından Amazonlara gelip kabile hayatlarını görmelerini ve destek vermelerini istiyordu. Her ne kadar COP26’dan bütçe çıkmış gibi görünse de bunun sadece %7’sinin kabilelere ulaşabildiğini, halbuki direkt bir ziyaret ve farklı yapılar ile daha fazla destek sağlanabileceğinin altını çizdi. Yine de bunun tam olarak nasıl olabileceğini veya neye ihtiyaç olduğunu gölgede bıraktığı için bu kısımdan kafam karışmış olarak ayrıldım. Ancak bu seansın benim için en özel anı, yanımda oturan güzel ruhun “Ahh! Tipilerin içinde olmak ne güzel, benim çalıştığım öğretide hep tipilerde otururuz, Earth Wisdom (Dünya Bilgeliği) ateş etrafında çemberde oturarak doğadan ilham alan bir öğretidir” diye bahsetmesiydi. Yüzümdeki şaşkınlıktan tebessüme geçişi fark etti. Onu, “aynı öğretiye birkaç hafta sonra Türkiye’de başlıyorum!” diyerek yanıtladım.

 

İşte tam da böyle, Katapult ortaya çıkan enerjiden beslenen ve verdiği büyük inanç ile değişime odaklayan, bir arada olmamızın tesadüf olmadığı bir buluşma. İlk günün akşamı için topluluk yemeği olarak küçük gruplara bölünmüş ve yerel ev sahipleri tarafından ağırlandığımız yemekler organize edilmişti. Çok samimi ve lokal olan bu deneyim ile şans eseri denk geldiğimiz gruplarımızla daha derin sohbetler etme şansı bulduk. Örneğin biz, Norveç’te üretilen sürdürülebilir bir yün markasının ofisinde toplandık. Etrafımızda çeşitli yün numuneleri ve tasarımlarının arasında, davet sahibimizin ses şifası çalışmasını deneyimlendik. Lokal yemekler tattık ve bir masa etrafında toplanmış, Norveçli, İsveçli, İsviçreli, Hollandalı, Türk ve Amerikalı olarak kültürlerden, hobilerimizden, global olarak herkesin akşamları evde Netflix izlemesinden bahsettik.

 

Katapult’un ikinci günü sabahın erken saatlerinde bir çılgın parti ile başladı, alkol yok, dans var bilgilendirmeleri önden paylaşılmıştı. Biz sabahımızı spor ve toplanmayla geçirdiğimiz için bu kısma katılamayıp tek bir konuşma dinledik ve ardından hızlıca uçağımıza yetişmek üzere ayrıldık.

 

İkinci gün mis gibi bir havayı ardımızda bırakmak biraz zor geldi. Bu tatlı festival havasında hem kendimize hem de gezegenimize iyi gelecek yeni metodları konuşmak, değişim ve dönüşümün önünde duran engelleri nasıl aşacağımızı sıra dışı şekillerde düşünmek ve birlikteliğin gücüne inanmak içimdeki ateşi körükledi. Uçaktayken, döndükten sonra, girdiğim tüm toplantılarımda bunu düşünürken ve çözümler ararken buluyorum kendimi. Ya konferanslar ve buluşmalar, sosyal, kültürel ve sistemik değişime katalizör olabilselerdi? Bu yılki buluşmayı tasarlarken organizatörlerin getirdiği ana soru bu olmuş. Ve bence Katapult amacına ulaşmış.

 

Her şey çok farklı ve doğal gözüküyordu. Doğal olanın farklı gözükmesi çok sıra dışı değil mi?

 

115 Görüntülenme
0
0
56 + 30 =